Aydınlı Kadın Oyunculardan Gövde Gösterisi
“Fırtına Kadınlar” Sahnede
Aydın Başak Kent Tiyatrosu, 10 Nisan 2023 Pazartesi gününün akşamı, saat 20.45’te, 2017 yılında topluluğu kuran ancak 25 Ağustos 2021 günü covid pandemisinde yitirdiğimiz, çalışkan tiyatro insanı Yalçın Dinçer’in anısına, Türk tiyatrosuna sayısız eser kazandırmış Aydınlı oyun yazarı Dr. Hidayet Sayın’ın “Fırtına Kadınlar” adlı oyununu, Aydın Kültür Merkezi içinde bulunan ve yazarın adını taşıyan tiyatro salonunda seyirci önüne çıkardı. Büyük bir katılımın olduğu duygu dolu gecede, Dr. Hidayet Sayın, Yalçın Dinçer’in eşi Aygen Hanım, Aydınlı yazar Ahmet Zeki Muslu gibi birçok isim de seyircilerin arasındaydı.
İki tablo halinde oynanan yaklaşık 110 dakikalık oyunda; tarihe iz bırakmış altı kadın karakter, kendi hikâyeleri içinde sahne aldı. Sırasıyla; Sibel Salcıoğlu -Tanrıça Hera, Dilan Kıran – Nefertiti, Yasemin Akbaş – Neron’un annesi Agripinna, Elif Çay – Bizans İmparatoriçesi Thedora, Ebru Şen – Terken Hatun ve Ceren Yıldız’ın canlandırdığı Hürrem Sultan!
Aslında Dr. Hidayet Sayın’ın orijinal metni, on kadın karakterle kurulmuştur. Aydın Başak Kent Tiyatrosu Oyuncuları, -oyunun süresini düşünerek- bunlardan sadece altısını seçmişler.
Uzun tiratlar halinde ve episodik teknikle yazılmış bu “aktör oyununu” yorumlamak hiç de kolay değildir. Böylesi hareketten çok sözün egemen olduğu “usta işi sayılan” rolleri monologun sıkıcılığından kurtarmak için özel bir çalışma yapılmalıdır. Oyun hakkında bilgim olduğundan ve oyun yazarı sevgili deneyim önderim Hidayet Sayın’ın da nasıl hassas bir tiyatro insanı olduğunu bildiğimden, her şeyin yolunda gitmesini dileyerek girdim oyuna. Ancak gördüm ki Yönetmen İrem Akçay ve en az onun kadar bu oyun için emek harcayan Sibel Salcıoğlu, oyundaki karakter geçişlerine son derece zeki bir çözüm bulmuşlar; seyircide oluşabilecek dikkat dağınıklığını toplayan ve Özge Bilgin Özgün’ün uyguladığı son derece başarılı bir dans gösterisi ile halletmişler bu işi… Göz dolduran dans geçişleri oyuna çok da yakışmış açıkçası, bayıldım! Bu önemli reji ayrıntısı için, oyundan sonra heyecanlı yönetmene, sahneyi ısıtan bu reji ayrıntısını, sahne alan tüm kadın karakterlerle ilişkiye sokmasını; bu durumda Özge Bilgin’in sadece yeni bir mizansenin başladığını bildiren bir görevden öte, oyuna daha kalıcı değerler katan kuvvetli bir etki bırakabileceğini düşündüğümü söyledim.
Her yaptığı figürle, dans konusunda kalitesini ortaya koyan ve eğitimli olduğunu gösteren genç oyuncu Özge Bilgin Özgün’ün oyuna yaptığı katkı, rejiye küçük bir dokunuşla çok daha etkili ve oyunu yükselten bir hele getirilebilir. Dans ederken, kendine güvenli ifadesi ile seyirciyi oyuna bağlayan oyuncunun sahnede daha sonraki çalışmalarında da iyi işler yapacağına inanan sadece ben değildim.
Oyunda övülecek o kadar çok şey varki; öncelikle oyunun afişi, oyunun ruhunu karşılayan nefis bir çalışma olmuş. Sade ve şık! Ancak, oyun günü, -her zaman yaptığım gibi- gündüzden yürüyerek dolaştığım Aydın caddelerinde oyunun afişini göremenin beni çok şaşırttığını söylemeliyim. Neredeyse sekiz aya yayılan bir prova süreci, hazırlık aşamasında destek görememenin sancıları, üstüne üstlük tüm masrafları topluluk üyelerinin üstlendiğini bildiğim “Fırtına Kadınlar” ekibi, eğer gösterilerini devam ettirmek istiyorlarsa, kentin her yerini afişleriyle donatmalılar bence. Başımıza felaket gibi çöken ekonomik istikrarsızlık ve sanata düşman, cahil bir siyasi erkin elinde kıvranan / irtifa kaybeden balonun yükselmesi için önce sanatı aşağı atmaya zorlanan seyircinin sancıları bir yandan, çok güvenilen sanal örgütlenmenin, kişiyi etkinlik paydaşı olarak ne kadar sorumlu kıldığı konusundaki ciddi endişeler diğer yandan ortada iken; tiyatronun sokağa, doğrudan insanların işyerlerine, dükkân camlarına, pazar yerlerine, kitapçı vitrinlerine ya da özellikle de gençlerin yoğun olduğu üniversite gibi yerleşkelere ulaşmasının, topluluğun varlığını sürdürmesi için çok önemli bir hamle olacağına inanıyorum. Topluluğun, bu kadar güzel bir iş çıkardıkları halde, neden bunu yaşadıkları kente duyurmadıklarını hiç anlamadım.
Nasıl çözdüklerini çok merak ettiğim bir başka şey de; değişen onca çağa karşın, sahnede nasıl bir dekorla bunu halledecekleriydi. Örneğin Tanrıça Hera zamansız, Nefertiti Antik Mısır döneminin kadını iken, Agripinna ile Bizans’a, Terken Hatun’la Selçuklu’ya nasıl gidecektik kısacık sürelerde?
Tüm karakterler sabit sahne dekorunun içinde oynadığı halde, seyircide algı kırılmasının yaşanmadığını görünce, oyun için büyük bir dramaturgi çalışması yapıldığını düşündüm. Oyunun düşünsel emek yükünü çekenler, olabilecek en doğru seçimi yapmışlar… Yukarıdan gelen devasa tül perdeler, ortada süslü bir taht, sahnenin sağında ve solunda yapraklarla süslenmiş ardıl dört adet sütun ve süslü bir tabure, sahnenin sağında da çift basamaklı bir yükselti! Sonradan mizansen için eklenen iki minder ve bir ayna, hepsi buydu dekorun! Her ne kadar yükseltinin oyuna ne denli katkı sağladığı konusunda kuşkularım olsa da; oyunun dekoru, varolan koşullar içinde bilmem ki bundan daha iyi tasarlanabilir miydi? Oyun çıkışı fuayede seyirci tepkilerini dinlerken, hiç kimsenin, oyunculuk ve dekor ilişkisine dair olumsuz bir şey söylememiş olmasını da, topluluğa övgü olarak yazdım not defterime…
Başarıyla üstesinden gelinen bir diğer şey de oyunun kostümleriydi. Oyunun başında, tüm oyuncuların tek tip giydiği bembeyaz kostümlerin, sıraları geldiğinde üzerine yapılan birkaç eklemeyle dönem kostümüne dönüşmesi seyirciden tam not aldı. Oyun künyesinde bu işi Sibel Salcıoğlu’nun yaptığı yazılmış, bravo benim çalışkan dostum Sibel’e! Çok başarılı bir iş çıkarmış. Dönem kostümleri konusunda özensizlik çamuruna bulaşmış birçok oyun kılığındaki “şeyi” kanıksamamızı isteyen günümüz aktüel dayatmalarına karşı, saç tarama biçiminden, kullanılan takılara/aksesuvarlara kadar büyük özenle hazırlanmış kostümler için uzun düşünsel çalışmalar yapıldığı o kadar belliydiki! Göze hitap etmesinin yanında, doğru tasarlanmış kostümler olarak da oyuna büyük katkı sağladığını düşünüyorum.
Bilen bilir; Aydın kenti, taa Cumhuriyet’in ilk günlerinden beridir hep sanatı sevmiş, sanata gündelik hayatında büyükçe paydalar veren bir yer olmuştur. 1933 yılında üç gün kutlanan Cumhuriyet Bayramı törenlerinde, üç gün, üç ayrı oyun oynanmıştır Aydın’da. Kaç şehir, tarihçesindeki tiyatro gösteriyle anılır, bir düşünsenize! Sonra Türk tiyatrosuna bir Hidayet Sayın, bir Yalçın Dinçer kazandırmıştır Aydın kenti, az şey midir bu! Her ne kadar son dönemlerde Aydın’da tiyatro çalışmaları hakkında şaşırtıcı bir durgunluk yaşansa da, yeni çalışmalar hakkında çok şey duyamasak da; Başak Kent Tiyatrosu’nun “Fırtına Kadınlar” adlı oyunu, sanki bir cam parçasının etimizi kesip, kanatmasına benzeyen bu tuhaf suskunluk günlerinde yüreğimize su serpmiştir. Yaşasın tiyatro!
Oyuncu Sibel Salcıoğlu, Aydın Başak Kent Tiyatrosu ile ilgili bakın neler anlattı bana:
“Tiyatromuz; 2017 yılında Genel Sanat Yönetmeni Yalçın Dinçer’in önderliğinde kurulan bir tiyatro topluluğudur. Başak Koleji’nin sağladığı sahne ve çalışma ortamı desteğiyle 2018 yılında oyunlarmızı sergilemeye başladık. Lorca’nın “Bernarda Alba’nın Evi”, benim, yazar Tezer Özlü’nün kitaplarından oyunlaştırdığım ve oynadığım “Yaşamın Ucuna Yolculuk”, Gizem Çetinkaya’nın yazdığı ve oynadığı, aynı zamanda 2019 yılı Çolpan İlhan Ulusal Tiyatro Eseri Yarışması’nda üçüncülük ödülü kazanan “Erik Ağacına Tırmanırken” isimli oyunları sergiledik. 2019 Nisan ayında İzmirli yazar ve tiyatro yönetmeni Hayrettin Filiz’i (sizi), “Orhan Veli 105 Yaşında” adlı sunumu için Aydın’da misafir olarak ağırladık. Yine Nisan ayında Yalçın Dinçer hocamızın 60. Sanat Yılı kutlamasını Şükran Güngör-Yıldız Kenter sahnesinde gerçekleştirdik.
Avrupa Birliği Gençlik Hareketliliği kapsamında hazırlamış olduğumuz ‘’Filozofların Işığında’’ projemiz kabul edildi ve 6-13 Ekim 2019 tarihleri arasında, Türk ve Yunan otuz genç katılımcı ile oyun yazma, kostüm tasarlama gibi çalışmalar ı Aydın’da gerçekleştirdik. Kentimizde yaşamış olan filozofları tanıtabilmek için yazılan kısa oyunlar, Milet (Thales), Tralles (Seikilos), Priene (Bias), Aphrodisias (Zoilos), dönemin kostümleri ile ilgili ören yerlerinde oynanarak kamera çekimleri yapıldı.
John Patric’in “Tatlı Kaçık” oyununun çalışmaları devam ederken maalesef pandemi nedeniyle her şeyi belirsiz bir süreye kadar ertelenmek zorunda kaldık. Birtakım sıkıntılar yüzünden bu oyunun çalışmalarını bırakıp; Dario Fo’nun “Her Hırsız Haydut Değildir” oyununu çalışmaya başladık. Bu oyunda da bizi dehşetle şaşırtan bazı sıkıntılar yaşadık. Onları çözelim derken, oyunu sadece iki kere; 16 ve 24 Aralık günleri oynayıp, kaldırmak zorunda kaldık. Uzun hikâye! Kısacık söyleyip geçtiğim bu sıkıntıların bizde bıraktığı yorgunluk, sadece Aydın’da tiyatro yapmaya çabalayan bir avuç topluluktan biri olan bizim değil, tüm kentin kaybıdır bize göre.
Yalçın Hocamın en büyük arzusu, Aydınlı bir yazar olan Hidayet Sayın’ın “Fırtına Kadınlar” oyununu sergilememizdi. Ancak 25 Ağustos 2021 tarihinde aniden aramızdan ayrılınca, pandemi şartları nedeniyle kendisini bir tiyatro insanına en yakışan şekliyle, sahneden alkışlarla uğurlayamamanın eksikliğini her zaman içimizde duyduk. Bir vasiyet gibi bu projeyi tamamlamayı ve ölümünden sonra yapılamamış bir veda törenini, o çok sevdiği sahneden izleyenlerin alkışlarıyla gerçekleştirmeyi kendime vazife edinerek yeniden ayağa kalkıp, yol almaya başladım. Amacım sevgili Yalçın hocamı sahneden alkışlarla uğurlamak ve sevgili Hidayet hocamın bir oyununun daha sergilendiğini görmesini sağlamaktı. Gerisi laf-ü güzaf… Oyunu seyirciye taşımayı başardık ya; yorgun ama çok huzurluyum şimdi!”
Oyunculuğa gelirsek; çoğunun ilk sahne deneyimi olduğunu bildiğim takımın ışıltılı bir sahne verdiğini gördüm. Sibel Salcıoğlu’nun repliklere hâkim düzgün diksiyonu, sakin ama kuvvetli mimiklerle çoğalttığı oyunculuğu, oynadığı Tanrıça Hera rolünün can bulmasına yetmiş de artmış. Oyun sırasında saçından kayan tacını nasıl da ustalıkla, telaşa kapılmadan ve oyundan hiç kopmadan başardığını görmeliydiniz! Oyunculuğun hata yapmamak değil, yaptığı hatayı oyuna yedirmek, düştüğü durumdan onu çıkaracak zekâyı elden hiç bırakmamak olduğunu doğrular nitelikte bir hamleydi. Sahneye çok yakışan Salcıoğlu’nun yüzünde, bir yandan Tanrıça Hera’yı, diğer yandan oyunun tüm hazırlık sürecini izledik neredeyse: Biri bitmeden diğeri hücum eden sıkıntıların yarattığı yorgunlukları, anmak için sahneye çıktıkları kurucu liderlerine saygıyı eksiksiz ve layıkıyla yerine getirme arzusunu, seyirciye namuslu bir gösteri yapmanın sorumluluğunu ve dahasını! Doğru yerden bakıyorsun tiyatroya Sibel yoldaşım, sakın vazgeçme! Aydın sahneleri için yapacak daha dünya kadar işin var! Sakın ha!
Genç oyuncu Dilan Kıran, kıvrım kıvrım siyah saçları ve gözlerindeki Antik Mısır makyajıyla, Nefertiti’yi yattığı yerden kaldırıp sahneye getirmişti sanki. Hele o kendisine çok yakışan ve başarıyla taşıdığı altın yaldızlı, ayrıntılı çalışılmış kostümü yok mu, heyecan vericiydi. Bana oyundaki en kısa mizansenlerden biri gibi gelen Nefertiti bölümünü izlerken, bir yandan da şöyle düşündüm: Sahne deneyimi henüz henüz başlayan Dilan’ın, düzgün diksiyon ve sıcak sahnesi, kendisini tiyatral / teknik bilgilerle desteklerse onu yıldızlara doğru yükseltecektir. Seyretmekten keyif aldığım Dilan’ı başka oyunlarda da izlemek isterim. Tiyatroyu öğrenmek istediği her davranışından belli olan ve duyan kulaklarla sahneye yürüyen Dilan; “Kimse duymak istemeyen kadar sağır olamaz” sözünü yerle bir etmek isteyen -benim de içinde olduğum- hocalarını utandırmayacaktır, biliyorum.
Yasemin Akbaş, İmparator Neron’un annesi Agripinna rolünde, yırtıcı bir kaplan gibi adımladığı sahneyi rolüyle işgal etmiş, muzaffer bir komutan gibiydi. Rolünün iç hesaplaşmalarında kullandığı ses dalgalanmaları, güçlü ve temiz diksiyonu, üstüne sahne rahatlığı oyuncunun çok daha ileride, çok daha karmaşık rollerde de kendisini denemesi gerektiği duygusunu uyandırdı bende. Bir an bile dikkatini elden bırakmayan sahneye ve seyircisine saygılı oyunculuk anlayışı, izleyici üzerinde bir çeşit tılsım etkisi uyandırdı. Kostümünün içinde Yasemin Akbaş değil, gerçekten Agripinna vardı sanki. Sevgili Yasemin’i bir tiyatro klasiğinde ya da farklı bir tiyatral teknikle sahnelenmiş bir oyunda izlemek nasıl olurdu acaba diye düşünmeden edemedim.
Genç oyuncu Elif Çay, Bizans İmparatoriçesi Thedora için biçilmiş kaftandı bence. Yüzünden kuşlar havalanmış gibi sürekli gülümsemesinin, kendisinden getirdiği bir özellik olduğunu düşündüm önce. Ancak, rolü gereği yükseldiği ve inceldiği yerlerde bir kez daha izleyince, rolün analizi sonucu böyle bir oyunculuk tavrına girdiğini gördüm. Böylesi gencecik, deneyimsiz bir oyuncuda, pek de karşımıza çıkmayacak kadar başarılı bir mimik kullanımı, göğün mavi olsun, aferin sana Elif Çay! Upuzun etekli bir kostümle eğilip kalkmaların nasıl zor bir iş olduğunu bilen eski bir yönetmen olarak, o sahnelerde gösterdiğin dikkat de gözümden kaçmadı. Bir oyuncunun sahnede aklını kaybedercesine kendisini rolüne “kaptırması” ile konsantre olması çok farklı şeylerdir. Sen doğru olanı yaptın genç oyuncu! Aklını asla sahnenin dışında bırakma! Ne aklını, ne rolün gerektirdiği duyguları! İkisi birleşip senin rolün olacaklar çünkü. Aynı o gece, kendisine çok güvendiğini buram buram hissettiren Thedora olman gibi!
Rolünü büyük bir inançla gerçek kılan oyunculardan bir başkası da Terken Hatun’u canlandıran Ebru Şen’di. Öncelikle yeşil kostümü ve turalarla süslenmiş başlığıyla göz dolduran oyuncu, akıp getirdiği Selçuklu dönemi hesaplaşmalarındaki değişik ve tehlikeli ruh yolculuklarının tümünden başarıyla çıkmasını bildi. Mimiklerini çok belirgin kullanan oyuncu, yazardan gelen yaşayan / acı çeken / intikam isteyen repliklerin duygusal çatışmalarını da kuvvetli oyuncuğuyla kotarınca, ortaya karşı konulmaz bir seyirlik çıkması kaçınılmazdı zaten. İki kaşının arasında sallanan başlıktaki altın turanın, oyuncunun dikkatini dağıtmaması için, Terken Hatun bölümü bitene kadar elimin kalbimin üstünde olduğunu da bilin isterim. Rolüne son derece iyi hazırlanmış görünen oyuncunun, diğer rol arkadaşları gibi sahneye çok yakıştığını düşünüyorum.
Ceren Yıldız oyunda, seyircinin en âşina olduğu kadın karakteri canlandırdı; Hürrem Sultan’ı! Son derece güzel bir ses tonu olan oyuncunun, kendine güvenen tavrı, rolün gücünü fazlasıyla arttırmış. Benzer bir yapı içinde süregiden episodik sahneleme tekniğinin son sahnesini oynamasına karşın, seyircide ilgi ve dikkat kaybı olmamasının bir nedeni de Ceren Yıldız’ın başarılı yorumuydu bence. Rüstem Paşa’dan, Mustafa Çelebi’ye, onlarca karmaşık Osmanlı entrikası içinde, Hürrem Sultan olmayı başaran genç oyuncunun, sahneyi kullanırken soğukkanlı olması, başka çalışmalarda ortaya koyacağı performanslarını merak etmeme neden oldu. Abartısız oyunculuğu ve sahne hâkimiyeti yüksek oyuncunun sahnede kalması, Aydın seyircisi için bir kazanç olacaktır.
Tek tek iyi yanlarını övdüğüm oyuncuların, -bence- ortak bir hataları varsa, ellerini iki yanına ya da göğe açtıkları jestlerde bir parça cömert olmalarıydı. Taht kadınları elbette büyük hareketler yapabilirler, biliyorum. Ancak hepsi üst üste yapınca, ellerini havaya kaldırmadan büyük olunamazmış gibi bir havanın doğması, seyircide kırılma yaratır mı, sıradanlık duygusuna neden olur mu acaba endişesine kapıldım. Çok genç bir topluluk ve onun çoğu da deneyimsiz oyuncularının, yürürken ayaklarını sürümemesi ya da repliğini atarken parmak ucunda yükselip, sonra eski haline dönmesi gibi “tipik” sorunları çokça yapmadıklarını gördüğüme çok sevindim. Sevindim de; bu oyunda tek tek sahne aldılar; acaba çok kişinin aynı anda sahne aldığı bir mizansende neler yaparlar diye düşünmekten de kendimi alamadığımı söylemeliyim. Umutlu bir bekleyiş içindeyim. Bambaşka oyunlarda her biri sahneye mızrak gibi saplanmış Aydın’ın “Fırtına Kadınlar”ının yeni ve daha da yüksek başarılarını izlemek için can atıyorum.
Gösterinin bitiminde, topluluk adına Sibel Salcıoğlu’nun hazırladığı ve Yalçın Dinçer’in oyunlarından derlenmiş harika bir video filmi gösterildi. Haldun Taner’in “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı” oyununda yazdığı Tomas Fasulyeciyan’ın “Zaten aktör dediğin nedir ki” diye başlayan ünlü tiradı, Yalçın Dinçer’in sesinden dinletildi. Yalçın Dinçer’in bir fotoğrafının da oyuncuların elinde havaya kaldırması son noktayı koydu: Tüm salon; gözyaşları içinde, elleri kalplerinin üstünde, burada, bu salonda olmanın haklı ayrıcalığını ve gururunu duydular.
Dr. Hidayet Sayın’a gecenin anısına plaket ve bir buket çiçek armağan edilmesinin ardından, 94 yaşında hâlâ oyun yazan yazarın yaptığı duygusal konuşma büyük alkış aldı. Yalçın Dinçer’in dostlarının da kısa konuşmalar yapmasıyla süren selam törenin de ben de sahneye davet edildim ve kısacık bir konuşma yaptım.
Gecenin duygusal atmosferini anlatmak için sözler yetmez. Ancak, tarihe bir işaret bırakmak için oyunun yönetmeni İrem Akçay’ın, “Sahnede kalmaya devam edeceğiz!” diye biten çok kısa konuşmasının ardından gözyaşlarını tutamadığını bildirmek yeterli olur sanırım. Onun bu duygu dolu sesinin, Aydın’da tiyatro yapmak isteyen tüm heveslilere / akademisyenlere ya da tiyatronun katılımcı ve paylaşmacı bir yapı olduğuna inanan bütün sanatseverlere ulaşmasını dilerim.
Aydın’da tiyatro yapan / tiyatroyu seven herkesin Dr. Hidayet Sayın Sahnesi’ni doldurduğu o muhteşem 10 Nisan 2023 gecesinde; -her şey bir yana- Cumhuriyet kazanımlarının en önemlilerinden biri olan sanatı sevme ve koruma kültürünün Aydın’da tümden kaybolmadığını, bilakis bereketli ve heyecan veren bir umuda dönüştüğünü gördüm… Adı Aydın kentiyle bütünleşmiş Dr. Hidayet Sayın oradaydı, geceye koşarak katılmak için başka bir nedene gerek var mı? Üstelik sahnedeki oyun -bildiğim kadarıyla- yazarın daha önce oynanmamış nadir oyunlarından biriyken! Bir tiyatrosever için altın bulmak bu değilse ya nedir başka? Gecenin tanığı olduğum için ne kadar şanslı olduğumu biliyorum.
Keşke diyorum içimden ince bir sızıyla, keşke kentin yöneticileri de, sanatsever bir tutum içinde olduğunu, tiyatro yapmak isteyenleri desteklediğini gösterebileceği bu fırsatı kaçırmasaydı! Sanatı koruyoruz demekle, sanata sahip çıkmak arasındaki çizginin ustura keskinliğinde bir hançerle çizildiği günümüzde; cehalete sürülerek bileylenen o paslı hançeri toprağa gömmek için bir daha bundan daha iyi bir fırsat ele geçer mi, bilmem!